Türk Destanlarından Şu Destanı



Şu Destanı, Şu Destanı hakkında bilgiler, Şu Destanı özeti, Şu Destanı konusu, Şu Destanı kahramanları, Şu Destanı özellikleri
Şu Destanı


1. Destan Hakkında Bilgi
Destana kahraman olarak adını veren Şu, M.Ö. IV. yüzyılda yaşamış bir Türk hükümdarıdır.
Onun yaşamı ve yaşadıkları etrafında söylenen ve Makedonyalı Büyük
İskender'in Türk illerine yürüyüşü ile birleştirilen bu destan, Türkler arasında
XI. yüzyıla kadar yaşamış ve bu yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından kayda geçirilmiştir.
Kaşgarlı Mahmud, "Türkmen" maddesinde, sözcüğü açıkladıktan sonra:
"Bunlara Türkmen denilmesinde bir hikaye vardır, şöyledir" diyerek destanın konusunu
düzyazı olarak kendi anlatımı ile Divânü Lûgati't-Türk adlı eserine aktarmıştır.

2. Şu Destanının Konusu
"Arapların Zülkarneyn dedikleri İskender, Semerkand'ı geçip de Türk yurduna yöneldiği
zaman Türklerin hükümdarı Şu idi.
Şu, genç bir hükümdardı, elinde büyük ve kuvvetli bir ordu vardı. Balasagun yakınındaki Şu
kalesini bu hakan yaptırmıştı. Her gün, Balasagun'daki sarayının önünde ordu beyleri için
360 nöbet davulu vurulurdu.

O zaman bu hükümdara diyorlar ki:

– İskender yaklaştı. Ne emredersin? Onunla savaşalım mı? Bize buyruğun nedir?

Daha önce, Hucend ırmağı kıyılarına 40 kumandan gönderen Şu'nun gönlü rahattı. Bu 40
kişi kimseye görünmeden gittiklerinden ordunun bundan haberi yoktu. Bunlar, karakolda
geceleyecek ve İskender'in yaklaştığını haber vereceklerdi.

Hakanın gümüşten bir havuzu vardı. Bu havuzu her yere taşıtır, seferlerde bile yanında bulundururdu.
Konakladığı yerlerde içine su doldurur, suya kazlar, ördekler salar, yüzdürürdü.
Kendisine "Bize buyruğun nedir? ne yapalım? Savaşalım mı?" denildiği zaman o, bu havuzu
göstermiş:

– Şu kazlara, ördeklere bakın! Nasıl suya dalıyorlar, demişti.
Bu söz, orada bulunanların yüreğine ateş düşürdü. Sandılar ki, hükümdar savaşmak veya
bir yere çekilmek için hazırlıklı değildir.

İskender, Hucend suyunu geçince, gönderilen adamlar hızla gelip Şu'ya haber verdiler. Vakit
gece yarısı idi. Hükümdar göç davulunu çaldırıp doğuya doğru yürüdü. Önceden hazırlıklı
görünmeyen Hakan'ın ansızın yürüyüşü halkı şaşırttı. Halkın içine ürküntü düştü. Binecek
hayvan bulanlar kendilerini bu hayvanın sırtına bırakıp hükümdarın arkasından gittiler.
Herkes birbirinin hayvanını almıştı. Sabah olunca, ordugah düz bir ovaya dönmüştü. O
çağlarda Türk illerinde Taraz, İsbicab, Balasagun ve benzeri şehirler kurulmamıştı. Halk çadırlarda
yaşardı.

Hakan, ordusu ile savuşup gittikten sonra, orada çoluk çocuklarıyla 22 kişi kalmıştı. Bunlar
geceleyin hayvanlarını bulamadıkları için gidememişlerdi. Bunlar Kınık, Salgur ve başkalarıydılar
(ki Oğuz boyları bu kalanlardan doğmuştu).

Bu 22 kişi yayan olarak gitmek veya oldukları yerde kalmak için düşünürlerken, yanlarına iki
kişi daha geldi. 24 oldular. Bunlar, ağırlıklarını sırtlarına yüklemişler, aileleriyle birlikte gelmişlerdi.
Yük taşımaktan yorulmuş, terlemişlerdi. İlk 22 kişi, yeni gelen iki kişi ile görüşüp
tanıştılar. Onlara, dediler ki:

- Erler, İskender gelip geçici adamdır. Bir yerde durmaz. Nasıl olsa buradan gider. Biz de
yurdumuzda kalırız. Ve o iki kişiye "durun, kalın, eğlenin" anlamında şu sözü söylediler:
- Kalaç!...

Sonra bu iki kişi ile çocukları Kalaç diye anıldılar; iki kabile Kalaçların kökü oldular.
Nihayet İskender geldi. O 22 kişiyi gördü. Baktı ki bunlar uzun saçlı insanlardır, üzerlerinde
Türk alametleri var, hiç kimseye sormadan bunlar için: "Türk manend" Türke benziyor, dedi.
Bu söz de o adamlara ad oldu. 24 kabile olan Türmenler bu ismi taşıdılar, Türkmen diye
anıldılar. Bununla beraber, adı Kalaç olan iki aile, onlardan ayrıldıkları için tam Türkmen sayılmazlar.
Hakan Şu'ya gelince, o, ordusuyla birlikte Çin tarafına geçti. İskender, arkasından yürüdü.
Çin'e yani Uygur iline yaklaştıkları zaman Şu, İskender'le vuruşmak için bir bölük asker
yolladı. İskender de bir öncü kuvveti göndermişti. Türkler, İskender'in öncülerini, bir gece
baskınında bozguna uğrattılar. Bir Türk, bir İskender askerini kılıçla ikiye böldü. Ölü, beline
altın dolu bir kemer bağlamıştı. Bu kemer parçalandı. Kana bulanmış altınlar yere döküldü.
Ertesi gün Türkler, kanlı altınları gördüler. Birbirlerine "Altın kan!" dediler. Bu sözler, o
çevrede bulunan bir dağın adı oldu. Bugün oraya Altun Han deniliyor.
Sonra, İskender Türk hakanıyla barıştı. Hatta Uygurlar için şehirler yaptı ve bir zaman
kaldıktan sonra geriye döndü. O zaman Şu, Balasagun'a gelip şimdi Şu ismiyle
anılan şehri yaptırdı. Oraya öyle tılsım koydu ki, bugün hâlâ leylekler bu şehre kadar
gelir; fakat şehri aşıp da daha ileri gidemezler.
Previous Post
Next Post
Related Posts

0 yorum:

Tanzimat Döneminde Roman